Siyasi endişelerin başladığı 17 Aralık'tan bu yana rekor üstüne rekor kıran dolar dün de 2.2515 TL'ye kadar çıkarak yeni tarihi zirvesine oturdu. Bankacılara göre bu trendin kırılıp kırılmayacağını bugün Merkez Bankası belirleyecek. Piyasa analistleri, yükselen kur ve enflasyona Merkez'in bir politika adımı ile tepki vermesi gerektiğini düşünürken; son dönemde ekonomi yönetiminden gelen açıklamalar bu olasılığı azaltıyor.
ABD Merkez Bankası'nın (Fed) varlık alımını aylık 10 milyar dolar azaltma kararı gelişmekte olan ülkelerden sermaye çıkışlarını hızlandırırken; yüksek cari açığı ve dış borçları nedeniyle beş kırılgan ekonomiden biri olan Türkiye, rüşvet ve yolsuzluk skandalıyla patlak veren siyasi endişeler nedeniyle bu ülkeler arasında Fed kararından en fazla etkilenen ülke oldu.
17 Aralık operasyonundan bu yana dolar yüzde 10 değer yitirirken piyasada oluşan faiz de çift hanede seyrediyor. Dolar dün de 2.2515'e çıkarak rekor tazeledi. Tahvil bono piyasasında ise 7 Ekim 2015 itfalı gösterge tahvilde ortalama bileşik faiz yüzde 10.16 seviyesine çıktı. 10 yıllık gösterge tahvilde ise yüzde 10.28 seviyesinde gerçekleşti.
Uzmanlar yüksek faiz oranları ve Türk Lirası'nın dolar karşısındaki değer kaybı nedeniyle Merkez Bankası'nın (TCMB) politika değişikliğine gitmesi gerektiğini düşünüyor. Ancak Başbakan Tayyip Erdoğan'ın Gezi protestoları sırasında ortaya attığı ve piyasalar her karıştığında bir can simidi haline gelen 'faiz lobisi' iddiası sonrası TCMB faiz silahını kullanmamakta kararlı görünüyor.
Faiz artışı ne anlama geliyor?
Merkez Bankası'nın uyguladığı birden fazla faiz oranı var. Bunlardan piyasada en belirleyici olan borç verme ile borçlanma faiz oranı yani faiz koridoru ve politika faizi. TCMB, 2002'de enflasyon hedefi stratejisini kabul ettiğinden beri AB'de de uygulanan koridor sistemini uyguluyor.
Borç verme faiz oranı (faiz koridorunun üst sınırı), likiditeye ihtiyacı olan bir bankanın Merkez Bankası'ndan gecelik borçlanmak için ödemesi gereken gecelik faiz oranını; borçlanma faiz oranı ise elinde likidite fazlası olan bir bankanın bunu Merkez Bankası'na yatırarak elde edeceği gecelik faizi gösteriyor. Politika faizi ise Merkez'in haftalık vadede bankalara borç verme faizini ifade ediyor.
Merkez Bankası'nın faizi artırmasının üç etkisinden söz edilebilir: Bunlar enflasyon, döviz kuru ve krediler.
Enflasyonu aşağı çeker
Merkez bankaları enflasyonun artacağı endişesi taşıyorsa faizi yükseltiyor. Faizin yükselmesiyle yatırımlar ve toplam harcamalar azalırken, toplam talep düşüyor. Bu da enflasyonun düşmesine katkı sağlıyor. Zira Merkez Bankası'nın birinci hedefi fiyat istikrarını sağlamak. Şu an itibariyle enflasyonu artıran birden fazla unsur öne çıkıyor. Bunlardan biri ÖTV zamları diğeri ise kurdaki önlenemeyen yükseliş.
Kur ve faizler düşer
Diğer yandan piyasada son dönemde yükselen faizler Merkez Bankası'nı enflasyonist ortamı destekleyen bir konuma düşürdü. Hükümetler tahvil-bono satarak bütçe açıklarını finanse ederler. Ancak piyasada oluşan faiz oranı Merkez Bankası faizinden yüksekse bankalar Merkez Bankası'ndan borçlanmayı sürdürür. Bu da ekonomide likiditenin bollaşmasına neden olarak Merkez Bankası'nı temelde mücadele etmek zorunda olduğu enflasyona katkı sağlar hale getirir. Türkiye'de son dönemde Hazine tahvili faizleri yüzde 10'a kadar çıkmıştı. Merkez'in borç verme faizini yükseltmesiyle birlikte piyasada para talebi azalacak ve likiditenin azalmasıyla TL'nin değer kaybının önüne geçilecek. Para piyasasında para talebinin azalması tahvil fiyatlarını yükseltirken Hazine bonosu faizleri de düşecek.
Kredi faizleri yükselir
Faizin yükseltilmesi bankaların maliyetlerinin de artması anlamına geliyor. Bankalar daha yüksek faizden borçlanacağı için bu kredi faizlerine yansır. Bundan önceki uygulamalar, faizdeki değişikliklerin en hızlı yansıdığı kredi türünün konut kredileri olduğunu gösteriyor.
Yorumlar
Yorum Gönder