Türkiye'de Suriye operasyonunu eleştirenler veya operasyona sessiz kalanlar çeşitli suçlamalarla karşı karşıya. Sosyolog Dr. Polat Alpman, süreçte muhalefetin de büyük payı olduğu kanısında.
Türkiye’nin Suriye’nin kuzeydoğusuna 9 Ekim’de başlattığı askeri operasyon birinci haftasını geride bırakırken, ülke genelinde barış talep edenlerin marjinalleştiği, operasyon konusunda sessiz kalan veya savaşa hayır diyen kamuoyuna mal olmuş kişilerin de suçlandığı bir süreç yaşanıyor.
Hükümete yakın medya organları ve sosyal medyada Barış Pınarı Harekâtı, Gezi Parkı protestoları ile kıyaslanarak bazı sanatçıların suskunluğu sert bir dille eleştirilirken, barış talep edenler ise ‘savaşa hayır çığırtkanlığı’ yapmakla suçlandı.
Ardından gelen soruşturmalar ve gözaltılar, operasyonu desteklemeyenlerin sessizleştiği bir ortama yol açtı.
‘Muhalefetin payı var'
Siyaset sosyolojisi alanında çalışan Doç. Dr. Polat Alpman yaşanan süreçte muhalefetin de büyük bir payı olduğunu düşünüyor. Alpman, “Türkiye’de devlet operasyonu yapmaya karar verdikten sonra siyasal partiler bununla ilgili tavır almayı başaramadılar. CHP hükümetin operasyon kararına destek vermeye başladığı andan itibaren barış talep edenler için siyasal bir zemin kalmadı” diyor.
AKP ile Türkiye arasında bir özdeşleşme olduğuna dikkat çeken Alpman’a göre, bu nedenle AKP’nin kararlarına karşı çıkıldığında devlete karşı çıkma durumuna düşülüyor. AKP’nin operasyon kararını oldukça rasyonel nedenlere bağladığını ifade eden Alpman, HDP’nin de sadece ahlaki yönü ele almasını sorunlu görüyor.
‘Rasyonel gerekçeler sunulmalıydı'
Alpman, “Devletler ahlakiliğe çağrılmazlar, devletlere ulusal çıkarlar esas alınarak çağrı yapılır. AKP, somut maddi ve rasyonel gerekçeler ortaya koyuyor. Orada bir terör koridoru var diyor. Barış talepleri ortaya koyanların bu kadar gerçek talepleri yok. Ahlaki önermelerle ortaya çıkıyorlar. Bu da hamaset politikasını yeniden üretmeyi kolaylaştırıyor. ‘Siz Türkiye’nin çıkarlarını düşünmüyorsunuz’ söylemi ortaya çıkıyor” diye konuşuyor.
Alpman, barış talep edenlerin de bunu Türkiye’nin ekonomik çıkarları için, iç ve dış politikadaki çıkarları için daha uygun bir seçenek olarak sunması gerektiği görüşünde. Alpman “Memleketin meselelerini gerçekten kamusal alanda şeffaf açık bir şekilde tartışamadığımız çok net” diyor.
Karşı çıkanlar yüzde 50’den fazla
Kadir Has Üniversitesi’nin 27 Mayıs-20 Haziran 2019 arasında yaptığı Türk Dış Politikası Kamuoyu Algıları Araştırması’na göre ankete katılanların yüzde 42,1’i Türkiye’nin Suriye politikasının tarafsız olması ve Suriye’ye herhangi bir müdahalede bulunulmaması gerektiğini belirtirken, yüzde 13,3’ü sadece sığınmacılara yardımcı olmalı diyordu.
Sokakta ise Türkiye’nin operasyonu neden gerçekleştirdiği konusunda kafalar halen karışık. DW Türkçe’nin mikrofon uzattığı vatandaşların bir kısmı her ne olursa olsun devletin arkasında olmaları gerektiğini düşünürken, önemli bir kısmı da Türk askerlerinin neden başka bir ülkenin sınırları içine müdahale ettiğini anlamadıklarını söylüyor. Savaşa ahlaken karşı olduğunu belirten vatandaşların çoğunun ise konuşmaktan çekinmesi dikkat çekiyor. Bu çekincenin altında çalıştıkları kurum ya da konumları nedeniyle başlarına bir şey geleceği korkusu yatıyor.
Sosyal medya üzerinden ihbar
Sosyal medyada savaşa karşı çıkanların paylaşımlarının Emniyet Genel Müdürlüğü ya da İçişleri Bakanlığı’nın hesaplarına yönlendirilerek ihbar edilmesi bu korkunun en önemli etkenlerinden biri.
CHP Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu hakkında 12 Ekim 2019’da Twitter hesabından yaptığı “Hükümetin bilmesi gerekiyor; bu haksız bir savaştır ve Kürtlere karşı yapılan bir savaştır” paylaşımı sonrası soruşturma açıldı.
Önceki akşam Beşiktaş’ta yapılmak istenen etkinlikte gözaltına alınan HDP Şişli İlçe Eş Başkanı Mutlu Öztürk ve sekiz HDP’li tutuklandı. Mahkeme, ‘Savaşa Hayır, Barış Hemen Şimdi’ sloganını örgüt propagandası saydı.
İçişleri Bakanlığı’nın ‘Barış Pınarı Harekâtı’nı provoke etmek isteyen terör örgütü sempatizanlarının engellenmesi ve caydırılması için’ düzenlediğini belirttiği ‘huzur operasyonu’ kapsamında 839 kişiye adli-idari işlem yapılırken 152 kişi gözaltına alındı.
‘Korku piyasası kuruldu'
Barış yanlısı tutumundan dolayı sosyal medyada eleştirilere maruz kalan Evrensel Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Fatih Polat ise süreci şöyle yorumluyor: “Böyle dönemlerde bir korku piyasası kurulur. Eğer göz önünde biriyseniz, pozisyonunuzu, yaşam standardınızı korumak istiyorsanız, harekâtı destekleyen bir söz söylemek, bir tweet atmak kaçamayacağınız bir eylem olur. Bunu doğrudan bir telkinle değil, bayrak ile kamuflaj arasına sıkıştırılan manşetler, haber bültenleri ve daha bir dizi uyarıcı ile yapar. Sessiz kalırsanız, o piyasa size, bunun bedeli olarak görünmez hale geleceğinizi de bir biçimde hissettirir.”
Polat’a göre, operasyonu başlatan AKP kadar, barışa dayalı bir çözümün imkânlarını konuşmak yerine iktidarın yanında yer alan CHP de yaşanan bu iklimden sorumlu. Polat, bu havayı değiştirmenin tek yolunun da sözünü söyleme cesaretinden geçtiğini belirtiyor. Barış akademisyenlerinin ciddi bedeller ödese de barış talebinin arkasında durduğunu hatırlatan Polat, “Gerçekleri söylemek hiçbir zaman imkânsız değil” diyor.
‘Susmak da siyasi bir itiraz'
Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nden Doç. Dr. Bülent Küçük’e göre ise demokratik siyasetin yapılabildiği bir kamusallığın olmadığı durumlarda sessiz kalmak siyasi bir taktik olarak belirlenebilir. Küçük “Susmak bir kötülüğe sessiz kalarak aktif bir biçimde onay vermek anlamına gelebildiği gibi, özellikle sembolik ve fiziksel gücün aşırı merkezileştiği ve bunu frenleyebilecek mekanizmalarından bertaraf edildiği durumlarda, bir korkunun ifadesi anlamına da gelebilir. Ya da herkesin dost-düşman ayrımında taraf olmaya zorlandığı dönemlerde siyasi bir itirazı ifade edebilir” diyor.
‘Kayrılmış grupların mevki korkusu'
Türkiye’nin mevcut durumun susmanın farkı hallerini kapsadığını ifade eden Küçük, sosyolojik olarak bakıldığında kayrılmış iki grup olduğunu ifade ediyor. Buna göre AKP ile birlikte mülk ve itibar sahibi olan yeni orta sınıflar, konumlarını sağlamlaştırmak için susmayı ya da konuşarak sadakat göstermeyi tercih ediyor. İkinci grup olan görece daha yerleşik olan seküler orta sınıflar ise sahip oldukları makam ve mevkiyi kaybetme korkusundan susuyor ya da iktidarı destekleyebiliyor. Bu gruplara mensup olmayanlar ise hayatlarından endişe ettiklerinden susmayı ya da “sen de bizim gibi sev bu vatanı“ komutuna riayet etmeyi tercih edebiliyor.
Yorumlar
Yorum Gönder