Türkiye, 3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Günü'ne bu yıl da basının tarafsızlığını yitirdiği ve gazetecilerin hak kaybına uğradığı bir ülke olarak giriyor. Peki bu noktaya nasıl gelindi? Gazeteciler DW Türkçe'ye anlattı.
"AKP iktidarında bağımsız/tarafsız/objektif gazetecilik yapılamayacağını tescil etmiş olduk."
Bu sözler, 30 Kasım 2020'de yayın hayatına başlayan ancak siyasi baskılar nedeniyle 26 günde kapanmak zorunda kalan Olay TV'nin Genel Yayın Yönetmeni Süleyman Sarılar'a ait.
Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) örgütünün 2021 yılı Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi'nde 180 ülke arasında 153'üncü sırada yer alan Türkiye'de, Gazeteciler Cemiyeti'nin Özgürlük için Basın Projesi'ne göre, Mart sonu itibariyle toplam 70 gazeteci cezaevinde bulunuyor.
Yazılı ve görsel medyanın yüzde 95'inin iktidara yakın sermaye gruplarının kontrolünde olduğu ülkede, iktidarı kontrol etme işlevine devam etmeye çalışan medya kuruluşlarına ise baskı giderek şiddetleniyor. Peki bu noktaya nasıl gelindi?
Medyanın kontrol edilme süreci
DW Türkçe'ye konuşan DİSK Basın İş Başkanı Faruk Eren, medyanın iktidar tarafından kontrol altına alınmasıyla ilgili sürecin, 2008'de Sabah gazetesi ve ATV'nin iktidara yakın Çalık Holding'e ihale edilmesiyle başladığına dikkat çekiyor.
Eren, "Ardından satın alma ya da diz çöktürme gibi yöntemler uygulayarak medyada büyük bir hakimiyet sağladı. Bu sürecin en son hamlesi Türkiye'nin en büyük medya grubu olan Doğan Medya'nın, iktidara yakınlığıyla bilinen Demirören ailesinin eline geçmesi oldu. Bu operasyonla medyanın ezici çoğunluğu iktidarın kontrolüne girdi" diye konuşuyor.
Öte yandan Eren, özerk olması gereken devlet kanalı TRT'nin de bir partinin propaganda aygıtı olarak çalıştığına dikkat çekiyor ve "Üstelik bunu elinde bulunan devasa bir bütçe ile hesap vermeksizin yapıyor" diyor.
Türkiye'de radyo, televizyon ve isteğe bağlı yayın hizmetlerini düzenleyen ve denetleyen Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) ve kamu kurumlarına ait resmi ilanların gazete ve dergilerde yayınlanmasına aracılık eden Basın İlan Kurumu (BİK) da iktidar tarafından bir baskı aracı olarak kullanılıyor.
Reklam yasağı ve para cezaları
İktidara biat etmeyen televizyon kanallarının RTÜK tarafından belirli süreyle ekran karartma ya da para cezaları tehdidi altında olduğunu ifade eden Faruk Eren, "Bu cezalarla baş etmeye çalışan kanalların üzerinde ise yayın lisanslarının iptal edilmesi gibi bir tehdit hep duruyor. Bu trajik durumlara da yol açıyor. Tartışma programlarında sunucular konuklarını kapatma tehlikesine karşı sürekli uyarmak zorunda kalıyor" ifadelerini kullanıyor.
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Genel Sekreteri Sibel Güneş de "RTÜK ve BİK aracılığıyla istediği haberlere yer vermeyen kurumlara yayın durdurma. ağır para cezası, resmi ilan kesintileri uygulandı. Reklam verilmesi engellendi. Ana akım medyanın patronları satışa zorlandı. Bu ağır baskıları, gazetecilere de yönelik davalar, gözaltılar, tutuklamalar takip etti" diyor.
Güneş, 2010'dan itibaren giderek ağırlaşan süreçte yüzlerce yayın organının kapatıldığını ve 12 bine yakın gazetecinin işsiz kaldığını vurguluyor. Ancak Güneş'e göre tek tip habercilik anlayışı doğallaştırılmaya çalışılsa da iktidarın istediği gibi yapılan yayıncılığın halkın büyük kesiminde karşılığı kalmadı. Güneş, "Medyanın yüzde 5'ini oluşturan bağımsız medya kuruluşları her türlü zorluğa rağmen halka haberlerini ulaştırmayı başarıyor ve iktidarı yanıt vermeye zorluyorlar" şeklinde konuşuyor.
"Muhalif medya tanımı doğru değil"
Basın örgütleri, Türkiye'de son yıllarda kullanılan muhalif medya tanımlamasını ise doğru bulmuyor.
Gazeteciliğin siyasi ve iktisadi tüm iktidar alanlarını yurttaşların haber alma hakkı adına sorgulamak olduğunu ifade eden Sibel Güneş, "Bu tanımlama, iktidarın bağımsız medya kuruluşlarında çalışan meslektaşlarımızı terörist, haberi suç gibi göstermeye çalışmasından kaynaklanıyor. İktidarın kamu aleyhine çalışmalarının haberleştirilmesi gazetecileri muhalif yapmaz, gazeteci yapar" görüşünü dile getiriyor.
DW Türkçe'ye konuşan Uluslararası Basın Enstitüsü (IPI) Türkiye Ulusal Komitesi Başkan Yardımcısı ve Journo Proje Editörü Emre Kızılkaya da gazeteciliğin kendisini aslen iktidar odaklarına karşı toplumun yanında konumlandırdığını vurguluyor.
İktidarın yarattığı uzun süreli, çok boyutlu ve ağır baskı ortamının gazetecilikte bir merkezkaç kuvvet de yarattığını dile getiren Kızılkaya'ya göre, iktidarı destekleyen medyanın yanı sıra bu zor şartların etkisiyle bile olsa partizanlaşan bazı "muhalif medya" temsilcileri de var. Yine de partizanlığın iki kutbundaki medya temsilcilerinin azınlıkta kaldıklarını düşünen Kızılkaya, sözlerini "Genel olarak Türkiye'de bağımsız medya kuruluşları, iktidar odaklarının ağır baskısına ve kamuoyunda oldukça yaygın umursamazlığa rağmen, gazeteciliğe tutunmaktaki dirençleriyle bence dünyadaki birçok ülkeye ders veriyor" şeklinde sürdürüyor.
Kızılkaya, Türkiye'de gazeteciliğe yönelik baskıyı şöyle anlatıyor:
"Rusya'daki gibi bizde de gazeteciler yaptıkları haberler nedeniyle bir yandan fiziksel saldırıya uğruyor, bir yandan dijital ortamda 'trol ordularının' hedefi oluyorlar. Donald Trump döneminde ABD'deki birçok gazetecinin yaşadığı gibi, güçlü siyasetçiler tarafından isimleri verilerek hedef gösterilebiliyorlar. İran'daki gibi gazetecilerin siyasi nedenlerle hapsedildiği bir ülkeyiz. Macaristan'daki gibi, siyasi iktidarın yönlendirmesiyle medya kuruluşlarını satın alan yandaş iş insanları, buraları propaganda yayınlarına dönüştürüp başka sektörlerde ihale kovalıyorlar. Sırbistan'da olduğu gibi Türkiye'de de dezenformasyonun başlıca kaynaklarından biri, hükûmete yakın medya kuruluşları."
"Ana akım medya kalmadı"
Türkiye'de şu anda bir ana akım medya olduğunu söylemenin zor olduğunu düşenen Kızılkaya, "Siyasi baskılarla ele geçirilen merkez medya kuruluşlarının imkânları geniş, ama kamuoyunun haber ihtiyacını gideremediklerinden erişimlerini ve etkilerini son yıllarda büyük ölçüde kaybettiler. Bağımsız medya kuruluşlarının etkisi ve erişimi ise giderek artıyor. Ancak bu kuruluşlar henüz yeterli ekonomik ve teknolojik imkâna sahip değil” diyor.
Aralık 2020'de kapanan Olay TV'nin Genel Yayın Yönetmeni Süleyman Sarılar ise siyasal kutuplaşmanın hem bir sonucu hem de tetikleyicisi olarak Türkiye'de basının iki ayrı bloka bölündüğü görüşünde. Sarılar, "Bugün için Türkiye basınını Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın mutlak yanında veya mutlak karşısında olan basın diye tanımlamak doğru olacaktır" diyor.
"Evrensel gazetecilik ilkelerine göre kamuoyuna bilinmesi gerekenleri aktardığınızda zaten iktidarlar açısından yeterince muhalif olursunuz" diyen Sarılar, muhalif medya tanımlamasının tarafsız haberciliği kriminalize etmek için iktidar tarafından özellikle uydurulduğunu düşünüyor.
"Tarafsızsanız karşımızdasınız"
Sarılar, Olay TV olarak "herkese eşit mesafede duran, kimsenin karşısında veya yanında yer almayan" bir habercilik anlayışıyla iktidar ile muhalefeti aynı platformlarda buluşturmaya başladıklarını, ancak bunun iktidar tarafından rahatsızlıkla karşılandığını dile getiriyor.
Cumhurbaşkanlığı yetkililerinin kendilerine "Tarafsız, objektif yayın yapacaksan demek ki bizim karşımızdasın" dediğini aktaran Sarılar, Olay TV'nin kapanış sürecini şöyle anlatıyor:
"İş insanı Hüseyin Köksal, Cavit Çağlar'ın yayın lisansıyla TV'ye yatırım yapmıştı. İktidar daha biz yayına başlamadan önce Çağlar üzerinde baskı kurmaya başladı. Çağlar'dan benim ve ekibimin işten atılıp kendi hazırladıkları listedekilerin işe alınması istendi. Köksal buna karşı çıktı. Biz yayına başladık, ancak Çağlar üzerindeki baskı öylesine artırıldı ki lisansı satmak istemesine rağmen buna bile izin verilmedi ve kanal 26 günlük yayından sonra kapattırıldı."
Sarılar, "Galiba Türkiye'de kuralların/kanunların artık geçerli olmadığını, iktidarın istemediği bir yayın kuruluşunun 26 günde kapattırıldığını gördük. Zaten Türkiye'nin basın özgürlüğü listesinde neden 151'inci sırada olduğunun canlı kanlı örneğini gösterdik" diyor.
Kutuplaşmaya etkisi
İstanbul Bilgi Üniversitesi Göç Çalışmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi tarafından yürütülen "Türkiye'de Kutuplaşmanın Boyutları Araştırması"na göre siyasal kutuplaşmanın en önemli nedenlerinden biri, bireylerin farklı bilgi kanallarından değil, sadece kendi görüşlerine uygun bilgi kaynaklarından bilgi edinmeleri. Araştırmaya katılan AKP taraftarları Kanal 7, A Haber ve ATV ana haber programlarını, CHP taraftarları FOX TV ve Halk TV'yi, MHP taraftarları TRT1'i daha sık seyrettiklerini belirtiyor. Farklı haber kaynaklarından yararlananlar, kendi izlediklerinin daha "tarafsız" olduğu kanısındalar.
"Tarafsız habercilik yapacaksan karşımızdasın" - DW Türkçe
Yorumlar
Yorum Gönder